Kitabı bir hevesle aldım. Çok merak ediyordum. "Saatleri Ayarlama Enstitüsü" hakkında olumlu görüşler de almıştım. Ancak, kitap bende büyük hayal kırıklığı yarattı.
Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kullandığı ağır dil, eski Türkçe kelimelerin fazlalığı kitabı sıkıcı bir hale getirmiş. Ancak, yazarın 1900'lü yılların başında yaşadığı göz önünde bulundurulduğunda bu durum doğal. Ayrıca, yazarın zaman zaman 6-7 satırı bulan cümleleri de kitabı anlamayı zorlaştırıyor.
Romanın baş karakteri Hayri İrdal... Hikaye, Hayri İrdal'ın yaşamını kaleme almak istemesiyle başlıyor. Dört bölümden oluşan kitapta özet olarak, Hayri İrdal üzerinden Türk toplumunun Doğu ile Batı arasındaki bocalaması anlatılmaktadır. Aynı zamanda para ve şöhret sayesinde insanların bir anda nasıl değişebilecekleri vurgulanmıştır.
İtiraf etmeliyim ki kitabı çok zor bitirdim. Pek sevdiğim de söylenemez. Ama belki siz seversiniz...
AHMET HAMDİ TANPINAR KİMDİR? (1901-1962)
Türk romancı, öykücü , şair, öğretmen, çevirmen, edebiyat tarihçisi, siyasetçi.
23 Haziran 1901'de İstanbul'da Şehzadebaşı’nda doğdu. Babası Gürcü asıllı Hüseyin Fikri Efendi, annesi Nesime Bahriye Hanım’dır. Tanpınar, ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Çocukluğu, kadı olan babasının görev yaptığı Ergani, Sinop, Siirt, Kerkük ve Antalya’da geçti. Annesini Kerkük’ten yaptıkları bir yolculuk sırasında 1915’te tifüsten kaybetti. Lise öğrenimini Antalya’da tamamladıktan sonra yükseköğrenim için İstanbul’a gitti.
Cumhuriyet neslinin ilk öğretmenlerinden olan Ahmet Hamdi Tanpınar; "Bursa'da Zaman" şiiri ile geniş bir okuyucu kitlesi tarafından tanınmış bir şairdir. Şiir, hikâye, roman, deneme, makale, edebiyat tarihi gibi birçok alanda eser veren sanatçının başlıca eserleri Huzur ve Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanları, Beş Şehir adlı şehir monogrofisidir.
Bir bilim adamı olarak “XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi” adlı eseriyle edebiyat tarihçiliğine yeni bir görüş ve bakış açısı getirmiştir.
TBMM VII. dönem Maraş milletvekilidir.
Tanpınar, 24 Ocak 1962 günü geçirdiği kalp spazmı sonucu hayatını kaybetti. Cenazesi Aşiyan Mezarlığında Yahya Kemal'e yakın bir yere defnedilmiştir.
Ölümünün Ardından
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın sağlığında yayımlatamadığı birçok çalışması ölümünü takip eden yıllarda teker teker yayımlanmıştır. Enis Batur 1992 yılında "Ahmet Hamdi Tanpınar'dan Seçmeler" adlı bir kitap hazırladı. 1998 yılında da Canan Yücel Eronat tarafından hazırlanan “Tanpınar’dan Hasan Âli Yücel’e Mektuplar” kitaplaştı.
Tanpınar’ın önceki kitaplara girmemiş yazıları ve söyleşileri ise "Mücevherlerin Sırrı" adlı altında toplanarak yayımlandı. Tanpınar'ın 1953 yılında yazmaya başladığı ve 1962 yılında vefatına kadar tuttuğu notlar 2007 yılının sonunda "Günlüklerin Işığında Tanpınar'la Başbaşa" adıyla kitaplaştı.
16 Nisan 2015 Perşembe
9 Nisan 2015 Perşembe
KÜÇÜK MUCİZELER DÜKKANI
Bazen bir kitabı sadece arkasında yazarları okuyarak alırsınız. İşte "Küçük Mucizeler Dükkanı" kitabını ben böyle aldım. Bir gün kitapçıları gezerken bu kitap geçti elime. Ve arkasını çevirip okumaya koyuldum. Kitabın arkasında "Bu kitapta mutlaka kendinizden birşeyler bulacaksınız" yazıyordu. "Haydi bakalım" dedim ve aldım... :))
Şunu itiraf etmeliyim ki, ben bu kitapta kendimce bir şeyler bulamadım ancak kitabı gerçekten çok severek okudum. Öncelikle "Küçük Mucizeler Dükkanı"nın dişi bir kitap olduğunu söylemekte yarar var. Yani kızların daha çok hoşuna gidecek bir kitap. Kitabın ana temasının örgü örmek üzerine olması bunda en büyük etken.
Dört kadının hikayesinin anlatıldığı "Küçük Mucizeler Dükkanı"nın baş kahramanı Lydia Hoffman... Kitap, Hoffman'ın çocukluğunun geçtiği mahallede daha önce babasının işlettiği dükkanı tekrar satın almasıyla başlıyor. Kitabın ilk sayfalarında Hoffman'ın iki kez kanseri yendiğini de öğreniyoruz. Hoffman, aldığı bu dükkanda tuhafiyeci açıp -kanser olduğu dönemde hobi edindiği- örgü üzerinden para kazanma amacında. Babasını yeni kaybettiği için babasızlığa alışabilmenin zorluğunu yaşayan Lydia Hoffman, ablasıyla da pek anlaşamamakta... Annesi ise başka bir eyalette yaşamakta...
Kitabın baş kahramanından bahsettikten sonra, sıra geldi diğer karakterlerini tanımaya... Jacqueline Donovan, oğlunun kendisinin uygun bulmadığı biriyle evlenmesinden dert yanmaktadır. Ayrıca, kocasıyla sorunları vardır ve kocasının kendisini aldattığını düşünmektedir. Carol Girard ise, evli olmasına rağmen bir türlü hamile kalamamakta ve yıllarca bebek hasreti çekmektedir. Carol, iki kez tüp bebek yöntemini denemesine rağmen ikisinde de düşük yapmış, bebek işin son şansını denemektedir. Son olarak Alix Townsend karakteri de kitapta okuyucuya DVD satan bir dükkanda çalışan, giyim tarzı olarak farklı bir görünüme sahip biri anlatılmaktadır. Ailesi yüzünden zor bir çocukluk dönemi geçiren Alix, aynı iş yerinde çalıştığı ev arkadaşı ile sorunlar yaşamaktadır.
Kitaptaki bu dört karakter bir türlü Lydia Hoffman'ın tuhafiye dükkanında açtığı dikiş kursunda bir araya gelirler. Zaman içerisinde birbirine alışan ve kaynaşan dört kadın, birbirlerinin dertlerine de derman olacaklardır.
Debbie Macomber'ın küçük mucizeler, büyük umutlar ve dostluğun iyileştirici gücüne dair yazmış olduğu bu sımsıcak hikayeyi severek okuyacağınızı tahmin ediyorum.
DEBBIE MACOMBER KİMDİR?
Debbie Macomber, 22 Ekim 1948'de Amerika'nın başkenti Washington'da dünyaya gelmiştir.
Macomber'in eserleri 140 milyondan fazla satmıştır ve birçok dile çevrilmiştir. Debbie Macomber‘i New York Times’ın en çok satan yazarlarından biri yapan en önemli özelliği zorlayıcı karakterler yaratmak ve onlara kitaplarında gerçek bir yaşam sunmaktır. Kendi deneyimleri ve gözlemlerine dayanarak yazdığı romanlarında küçük kasaba yaşamları, ev ve aile, sağlam dostluklar büyük yer ediniyor. Her kitabı dünya çapındaki okuyucularına keyifli bir mizah duygusu tattırıyor.
YAZARIN DİĞER ESERLERİ:
- Bir Yumak Mutluluk
- Mucizeler Dükkanına Dönüş
- Bahçemde Yeşeren Umutlar
- Bir Dilekle Başladı Her Şey
- Yeni Başlangıçlar Mevsimi
- Sevginin Son Dileği
- Gül Limanı Oteli
- Çiçeklerimi Rüzgara Verdim
- Melekler Korusun
- Deniz Feneri Yolu
- İyi Ki Geldin
- Gül Ağacı Sokağı
- Kar Tanelerinin Bir Bildiği Var
- Gül Limanı Oteli Çiçekler İçinde
Şunu itiraf etmeliyim ki, ben bu kitapta kendimce bir şeyler bulamadım ancak kitabı gerçekten çok severek okudum. Öncelikle "Küçük Mucizeler Dükkanı"nın dişi bir kitap olduğunu söylemekte yarar var. Yani kızların daha çok hoşuna gidecek bir kitap. Kitabın ana temasının örgü örmek üzerine olması bunda en büyük etken.
Dört kadının hikayesinin anlatıldığı "Küçük Mucizeler Dükkanı"nın baş kahramanı Lydia Hoffman... Kitap, Hoffman'ın çocukluğunun geçtiği mahallede daha önce babasının işlettiği dükkanı tekrar satın almasıyla başlıyor. Kitabın ilk sayfalarında Hoffman'ın iki kez kanseri yendiğini de öğreniyoruz. Hoffman, aldığı bu dükkanda tuhafiyeci açıp -kanser olduğu dönemde hobi edindiği- örgü üzerinden para kazanma amacında. Babasını yeni kaybettiği için babasızlığa alışabilmenin zorluğunu yaşayan Lydia Hoffman, ablasıyla da pek anlaşamamakta... Annesi ise başka bir eyalette yaşamakta...
Kitabın baş kahramanından bahsettikten sonra, sıra geldi diğer karakterlerini tanımaya... Jacqueline Donovan, oğlunun kendisinin uygun bulmadığı biriyle evlenmesinden dert yanmaktadır. Ayrıca, kocasıyla sorunları vardır ve kocasının kendisini aldattığını düşünmektedir. Carol Girard ise, evli olmasına rağmen bir türlü hamile kalamamakta ve yıllarca bebek hasreti çekmektedir. Carol, iki kez tüp bebek yöntemini denemesine rağmen ikisinde de düşük yapmış, bebek işin son şansını denemektedir. Son olarak Alix Townsend karakteri de kitapta okuyucuya DVD satan bir dükkanda çalışan, giyim tarzı olarak farklı bir görünüme sahip biri anlatılmaktadır. Ailesi yüzünden zor bir çocukluk dönemi geçiren Alix, aynı iş yerinde çalıştığı ev arkadaşı ile sorunlar yaşamaktadır.
Kitaptaki bu dört karakter bir türlü Lydia Hoffman'ın tuhafiye dükkanında açtığı dikiş kursunda bir araya gelirler. Zaman içerisinde birbirine alışan ve kaynaşan dört kadın, birbirlerinin dertlerine de derman olacaklardır.
Debbie Macomber'ın küçük mucizeler, büyük umutlar ve dostluğun iyileştirici gücüne dair yazmış olduğu bu sımsıcak hikayeyi severek okuyacağınızı tahmin ediyorum.
DEBBIE MACOMBER KİMDİR?
Debbie Macomber, 22 Ekim 1948'de Amerika'nın başkenti Washington'da dünyaya gelmiştir.
Macomber'in eserleri 140 milyondan fazla satmıştır ve birçok dile çevrilmiştir. Debbie Macomber‘i New York Times’ın en çok satan yazarlarından biri yapan en önemli özelliği zorlayıcı karakterler yaratmak ve onlara kitaplarında gerçek bir yaşam sunmaktır. Kendi deneyimleri ve gözlemlerine dayanarak yazdığı romanlarında küçük kasaba yaşamları, ev ve aile, sağlam dostluklar büyük yer ediniyor. Her kitabı dünya çapındaki okuyucularına keyifli bir mizah duygusu tattırıyor.
YAZARIN DİĞER ESERLERİ:
- Bir Yumak Mutluluk
- Mucizeler Dükkanına Dönüş
- Bahçemde Yeşeren Umutlar
- Bir Dilekle Başladı Her Şey
- Yeni Başlangıçlar Mevsimi
- Sevginin Son Dileği
- Gül Limanı Oteli
- Çiçeklerimi Rüzgara Verdim
- Melekler Korusun
- Deniz Feneri Yolu
- İyi Ki Geldin
- Gül Ağacı Sokağı
- Kar Tanelerinin Bir Bildiği Var
- Gül Limanı Oteli Çiçekler İçinde
1 Nisan 2015 Çarşamba
SAKINCALI PİYADE
Büyük gazeteci-yazar Uğur Mumcu, "Sakıncalı Piyade" adlı kitabında 12 Mart 1971 dönemine ışık tutuyor. Mumcu, 12 Mart sonrası başına gelen trajikomik olayları, mahkemelerde uygulanan çifte standartı mizahi bir dille ele almış.
Okuyucuyu acı acı gülümseten "Sakıncalı Piyade", benim gibi yakın tarihe meraklı olanların severek okuyacakları bir eser.
Şunu da söylemeden geçmeyeyim, Uğur Mumcu, bu yapıtını yayınlandıktan bir yıl sonra Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya da uyarlamış.
Kitaptan alıntı:
"Telefon çaldı. Karkımdaki ses Adil Özkök'ün eşinin. Ağlıyor.
- Adil'i aldılar, seni de alacaklar.
...
... biraz sonra annem telaşla beni arıyor.
- Oğlum polisler geldi, seni sordular.
...
Telefonla Sıkıyönetim Konutanlığını arıyorum.
- Bizim bir bilgimiz yok.
...
Ankara Emliyet Müdürlüğü'ne telefon ediyorum.
- Bizde adınız yok...
...
Yıldırım Bölge Komutanlığı'nı arıyorum.
-Bizim bir bilgimiz yok.
Ben de galiba zorla kendimi tutuklayacağım!..
...
Bir de Mamak Tutukluevine telefon ediyorum.
Kimsenin beni kabule niyeti yok.
Neyse sonunda, Ankara Emliyet Müdürlüğü'ne gidip teslim oldum.
...
Bunları neden anlatıyorum? Şundan: On gün sonra mahkemeye çıktım ve 'Kaçma şüphesi vardır' şüphesiyle tutuklandım."
UĞUR MUMCU KİMDİR? (1942 - 1993)*
Annesi Nadire Hanım, babası Tapu Kadastro memuru Hakkı Şinasi Bey idi. Uğur Mumcu, 22 Ağustos 1942 tarihinde, Kırşehir'de, dört kardeşin üçüncüsü olarak doğdu.
Askerliğini yapmaya hazırlandığı sırada 12 Mart döneminde bir yazısında kullandığı "ordu uyanık olmalı" sözleriyle, "orduya hakaret etmek" ve "sosyal bir sınıfın öteki sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü kurmak" suçunu işlediği iddiasıyla gözaltına alındı. Mamak Askeri Cezaevi'nde pek çok aydınla birlikte bir yıla yakın kalan Mumcu, bu davadan dolayı 7 yıl hapse mahkûm edildi. Fakat bu karar Yargıtay tarafından bozuldu ve Mumcu serbest bırakıldı. Bu olaydan sonra askerliğini yedek subay olarak yapması gerektiği halde, 1972-1974 yılları arasında Ağrı'nın Patnos ilçesinde, resmi tanımıyla "sakıncalı piyade eri" olarak tamamladı. Patnos'ta, ağır koşullar altında askerliğini yaparken, zaten uzun zamandan beri var olan ülseri yüzünden mide kanaması geçirdi.
- Gazetecilik Dönemi -
Yeni Ortam gazetesinde köşe yazarlığı yapan Uğur Mumcu, 1975’ten itibaren Cumhuriyet’te 'Gözlem' başlıklı köşesinde düzenli olarak yazmaya başladı. Aynı zamanda Anka Ajansı'nda çalışmaktaydı. 1975’te Mart dönemini sergilediği makalelerinden oluşan Suçlular ve Güçlüler adlı kitabını yayınladı. Aynı yıl, Altan Öymen' le birlikte hazırladıkları, Süleyman Demirel'in yeğeni Yahya Demirel'in hayali mobilya ihracatını konu edinen, Mobilya Dosyası adlı kitabı yayınlandı.
1977 yılından sonra sadece Cumhuriyet için yazmaya başladı. "Gözlem" başlıklı köşesinde 1991 yılının Kasım ayına kadar aralıksız olarak yazdı. 1977’de Sakıncalı Piyade ve Bir Pulsuz Dilekçe kitapları yayımlandı. Ertesi yıl, Sakıncalı Piyade adlı yapıtını Rutkay Aziz ile birlikte tiyatroya uyarladı. Oyunu Ankara Sanat Tiyatrosu'nda tam 700 kere sahneledi. 1978’de, ünlünün yaşam öykülerini, siyasal geçmişlerini, bir güldürü zenginliğiyle anlattığı kitabı Büyüklerimiz yayımlandı.
1981’de terörün silah kaçaklığıyla ilgisini ortaya koymak ve kamuoyunu bu konuda uyarmak için yazdığı Silah Kaçakçılığı ve Terör yayımlandı. Aynı yıl, Mehmet Ali Ağca'nın Papa'yı öldürme girişiminden sonra Ağca üzerine inceleme ve araştırmalarını yoğunlaştırdı.
Türkiye'de terör olaylarının artması nedeniyle 1979 yılında 12 Mart dönemi öncesi ve sonrası gençlik liderlerinin yaşadıklarını kendi ağızlarından yansıttığı ve silahlı eylemlerle bir yere varılamayacağına dikkat çektiği kitabı Çıkmaz Sokak’ı yayımladı. 1982’de Ağca Dosyası, ardından Terörsüz Özgürlük adlı makale derlemesi yayımlandı. 1983 yılında Ağca ile cezaevinde röportaj yaptı. 1984 yılında Aziz Nesin öncülüğünde bir grup tarafından Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Başkanlığına sunulan, ancak Kenan Evren'in imzalayanları "vatan hainliği" ile suçlayarak dava açtığı Aydınlar Dilekçesi'nin hazırlanmasına katıldı; 12 Eylül döneminde aydınlara yapılan işkenceyi anlatan Sakıncasız adlı oyunu yazdı; Papa-Mafya-Ağca kitabını yayımladı.
1987’de araştırmacı gazetecilik açısından büyük bir başarı kabul edilen Rabıta ve 12 Eylül adlı kitapları; 1991’de en önemli araştırmalarından biri olan Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925 yayımlandı.
1991 yılında İlhan Selçuk ve yaklaşık seksen Cumhuriyet gazetesi çalışanı ile birlikte gazeteden ayrıldı. Bir süre işsiz kaldı. 1 Şubat - 3 Mayıs 1992 tarihleri arasında Milliyet Gazetesi'nde yazan Mumcu, Cumhuriyet Gazetesindeki yönetim değişikliği üzerine 7 Mayıs 1992'de Cumhuriyet'e döndü.
Mumcu, 7 Ocak 1993 tarihinde "Mossad ve Barzani" isimli bir yazı yazdı. Bu yazısında Barzani, CIA ve Mossad arasındaki bağlantılara değindi ve yazısını şöyle bitirdi:
"Kürtler sömürgeciliğe karşı bağımsızlık savaşı yapıyorlarsa ne işi var CIA ve MOSSAD'ın Kürtler arasında?" "Yoksa CIA ve MOSSAD, anti-emperyalist savaş veriyorlar da dünya bu savaşın farkında değil mi?"
8 Ocak 1993 tarihli Cumhuriyet Gazetesindeki Ültimatom başlıklı yazısında ise yakında yayınlayacağı kitabında istihbarat örgütleri ile Kürt milliyetçileri arasındaki bağlantıları açıklayacağını yazmıştı. Kardeşi İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ceyhan Mumcu, cinayetten önce Uğur Mumcu'nun İsrail elçisiyle görüşme yaptığını basına gönderdiği açıklamada yazmıştı. Gazetecilik hayatı başarılarla dolu olan Mumcu 24 Ocak 1993 tarihinde uğradığı bombalı saldırı sonucu hayatını kaybetmeden önce polis-mafya-siyaset ağının derin boyutlarını araştırmaktaydı. Öldürülme sebebi olarak Abdullah Öcalan'ın bir müddet MİT için çalıştığını araştırması iddia edilmektedir.
*Uğur Mumcu'nun hayatı Vikipedi'den alınmıştır.
30 Mart 2015 Pazartesi
BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
"Her millet layık olduğu yönetim ve yöneticilere sahip olur" kitapta yer alan bu söz, bu kitaptan çıkarılacak bir anafikir olabilir. Rus yazar Grigory Petrov kaleme aldığı "Beyaz Zambaklar Ülkesi" Finler'in başarı öyküsüdür. Tüm olumsuzluklara, elverişsiz doğa koşullarına rağmen sayıca az olan aydınların önderliğinde her meslekten insanın birlik beraberlik içinde neler yapabileceğini anlatmaktadır, bir ülkenin nasıl yoktan varolabileğinin en önemli kanıtıdır bu eser...
Bu eserde Johan Wilhem Snellman'a genişçe yer verilmiştir. Kitapta Snellman'dan bilim adamı, filozof ve siyasetçi olarak bahsedilmektedir. Önemli bir kişilik olarak söz edilen bu zat, ülkedeki kalkınmanın önderidir. Tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi. Yani Johan Wilhem Snellman için Finlandiya'nın Atatürk'ü de denebilir...
Atatürk demişken... "Beyaz Zambaklar Ülkesinde" Türkçe'ye ilk kez Atatürk zamanında çevrilmiş. Kitabın arkasında yer alan bilgiye göre, Mustafa Kemal Atatürk kitabı okuduğunda bu esere hayran kalmış ve derhal bütün okullara dağıtılmasını istemiş. O zamanlarda büyük ilgi gören bu kitap en çok okunan kitaplar arasında kendine yer bulmuş.
Bir dipnot olarak şunu da söylemeden geçemeyeceğim. Kitabı okuduktan sonra Johan Wilhem Snelman ile ilgili yaptığım araştırmada Fin halkının Snellman'ın doğum günü olan 12 Mayıs'ı her yıl "Snellman Günü" olarak kutladıklarını öğrendim. Fin halkı bence önderlerini anmak ve ona şükranlarını sunmak için güzel bir yola başvurmuşlar... :))
Johan Vilhelm Snellman Kimdir? (12 Mayıs 1806 – 4 Temmuz 1881)*
Snellman İsveç'in Stokholm kentinde dünyaya geldi. Babası Kristian Henrik Snellman bir gemi kaptanı annesi ev hanımıydı. 1808–09 yıllarinda Rusya'nın Finlandiya'yı işgali ve yarı bağımsız Finlandiya dükalığının kurulmasıyla, ailesi 1813 yılında Finlandiya'nın Kokkola kentine taşındı. Annesi Maria Magdalena Snellman bu hadiseden bir sene sonra hayata gözlerini yumdu.
Hegel üstüne akademik çalışmalarının sonucu 1835'te Helsinki Üniversitesi'ne ders vermek üzere davet edildi. Üniversitede yaptığı çalışmalar sonucu Lönnrot ve Runeberg ile birlikte kuşağının ünlü Fennomanları arasında yerini aldı. Snellman'nın dersleri üniversitede kısa sürede popüler oldu fakat 1838'de üniversitelerin devlet kontrolüne alınmasıyla devlet otoritesine karşıt görüşler sindirilmek istendi ve Snellman'nın dersleri geçici olarak kaldırıldı.
Snellman bu hadise sonucu kendi kararıyla Finlandiya'dan ayrıldı ve 1839–1842 yılları arası İsveç ve Almanya'da yaşadı. Helsinki'ye döndüğünde popülaritesi daha da artmıştı fakat politik nedenlerle Üniversiteye geri dönmesi mümkün olmadı. Bunun yerine Kuipo'da bir okulda müdür olarak görev aldı. Bu esnada bazı politik yazılar yayınladı. İsveççe çıkardığı Saima gazetesinde, eğitimin İsveççeden Finceye çevrilmesini ve Fin kültürünün her alanda desteklenmesini savundu.
Saima gazetesi 1846 yılında hükümetçe kapatıldı. 1848–1849 yılları arası Helsinki Üniversitesi'ne profesörlük için yaptığı başvuru reddedildi. İsveç'e taşınmayı düşündüyse de 1855'te Kuopio'dan ayrılarak Helsinki'ye kesin dönüş yaptı. Snellman, Çar Nicholas 1855'te ölünceye değin zor ekonomik şartlar altında ailesini idare etmeye çalıştı. Ancak Çar öldükten sonra tekrar kendi yazılarını yayınlama imkânı buldu.
En sonunda 1856'te, Helsinki Üniversitesi'ne profesör olarak atandı. 1863'te ise Finlandiya Parlementosu'nda senatör olarak görev aldı. Maliye Bakanlığı'na kadar yükseldi ve 1865'te Finlandiya'nın kendi para birimi olan Markka'yı hizmete sundu. 1868'de çok fazla politik karmaşa çıkardığı gerekçesiyle istifaya zorlandı. Her şeye rağmen 1866'da onurlandırılarak Parlemento'nun Onur Konsülü'ne dahil edildi.
YAZAR HAKKINDA BİLGİ: Grigory Petrov (1869-1925)*
1869'da Peterburg’a bağlı Yamburg kasabasında dünyaya geldi. Babası bir meyhane garsonuydu.
1886’de din okulundan, 1891’de Peterburg İlahiyat Akademisi’nden mezun oldu ve din görevlisi olarak tayin edildi. Kilisedeki görevinin yanı sıra Mihaylov Harp Okulu, Aleksandrov Lisesi, Teknik Okulu ile Peterburg’un farklı liselerinde ders verdi. Bir hatip, gazeteci ve hoca olarak ünü yayılınca Çarlık ailesi tarafından prensleri eğitmesi için saraya davet edildi. Ancak fikirleri Kilise yöneticilerini rahatsız etmeye başlayınca 1903'te okullarda verdiği dersler kendisinden alındı ve kilisedeki görevinden çıkarıldı; saraydaki işinden de ayrılmak zorunda kaldı.
1907'de “zararlı gazetecilik faaliyetlerinden ötürü” Petersburg yakınında bir manastıra sürgün edilen yazar, manastırda bulunduğu sırada, adaylığını koymadığı halde Rusya’nın ikinci Duma’sına milletvekili seçildi.
1908'de Kilise yönetimine hitaben yazdığı mektupta yer verdiği eleştirilerine bağlı olarak Kiliseden aforoz edildi. Kendisine karşı açılan dava sonucunda din görevliliği mesleğinden ihraç edildi, 7 yıl Peterburg ve Moskova’da yaşaması yasaklandı ve 20 yıl bir süreyle devlet işlerinde çalışmaktan men edildi.
Papazlık rütbesi alındıktan sonra ünü daha da artan yazar, 1908'den itibaren Kırım’da ikamet etti. Rusya’da ve yurtdışı ülkelerde gezerek çok sayıda konferans verdi. Yurtdışında gezdiği yerler arasında en çok Finlandiya’dan etkilendi. Yazıları, “Russkoye slovo” adlı gazetede her gün yayımlandı. Kitapları Balkan ve Avrupa ülkelerinde çevrilip yayınladığından yurtdışında tanındı.
Petrov, Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikleri rahatsız eden görüşleri nedeniyle çeşitli baskılar görüyordu; ihtilal kaosunda yakınlarını ve oğlunu kaybetmişti. 1920’de Kırım’dan kalkan ve içinde ülkeden kaçan Denikin Ordusu mensuplarının bulunduğu son gemiye yalınayak ve üzerindeki pijamayla binerek hayatını kurtarmayı başardı. İstanbul’dan geçtikten sonra kısa bir süre Gelibolu’da kaldı ve daha sonra bir grup Rus göçmeniyle birlikte Yugoslavya Krallığı’na geçti.
Sanatçı, Yugoslavya Krallığı’nda yöneticiler tarafından büyük ilgi gördü ve Belgrad Üniversitesi’ne profesör olarak tayin edildi. Son yıllarında üniversitedeki derslerinin yanı sıra, tüm ülkeyi gezerek konferanslar verdi; hatip ve gazeteci-yazar olarak büyük bir üne kavuştu.
1925'te sağlık durumu kötüleşen Petrov, mide kanseri nedeniyle ameliyat için devlet imkânlarıyla Paris’e gönderildi; ancak iyileşemeyerek 18 Haziran 1925’te hayatını kaybetti. Yakılan naaşının külleri eşi ve kızının yaşadığı Novi Sad kasabasında defnedildi. Mezarı daha sonra kızı tarafından Münih şehrinin Ostfriedhof Mezarlığına nakledildi.
* Johan Vilhelm Snellman ve Grigory Petrov ile ilgili bilgiler Vikipedi'den alınmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)